y42 ç!ç3k13r! f0rum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Sabit:HİKAYELER

+4
ftmanur
pretty1
-Rapci Musti-
'bŞra .."
8 posters

1 sayfadaki 2 sayfası 1, 2  Sonraki

Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Salı Ocak 13, 2009 8:31 pm

BU ARADA BU BÖLÜM SABİT BİR BÖLÜMDÜR ....

Spoiler:
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından -Rapci Musti- Cuma Ocak 16, 2009 7:09 pm

KİBRİTÇİ KIZ

Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.
Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı. Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı. Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı.
Yalnız bir çocuk vardı ki gelip geçenler onun farkında değillerdi. Ufak bir kız çoçuğu. Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız. Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı. Soğuktan morarmış tir tir titriyordu. Üzerinde oturduğu taş basamakta buz gibiydi.

Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti.
Geniş bir mukavva kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken gözleri yaşarıyordu.
Evet, bu bir kibritçi kızdı. O gün bir tek kutu kibrit bile satamamıştı. Satsa, bir kaç kuruş para kazansa, kalkıp evine gider, annesiyle birlikte hiç olmazsa bir kase sıcak çorba içerdi. Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını annesine söylemekten çekiniyordu. Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık,incecik sesiyle “Kibrit var, kibrit”diye bağırıyordu. Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu…
Ah hiç olmazsa ayaklarında terlikleri olsaydı! Biraz önce, sokak sokak dolaşırken,
hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış, kaçarken terlikleri ayağından fırlamıştı.
Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış hınzır bir çocuğun terlikleri kapıp kaçtığını görmüştü. Arkasından seslenmişti ama, çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı.

Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış, oracığa kıvrılıp oturmuştu.
Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı. Kızcağız bu acıya dayanamadı, kutulardan birini açıp bir kibrit çıkardı. Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü elinde güçlükle tutuyordu. Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü. Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev.

Zavallı kız, kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı. İçi de ısınmıştı. Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı. Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı: Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu. Arkasında kalın bir yünlü hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı.
Isınmış, terlemeye bile başlamıştı… Derken kibrit sönüverdi. Kibritin sönmesiyle, o tatlı düşlerde sona ermişti. Kızcağızın parmakları yeniden donmaya, sızlamaya başlamıştı.
Bir kibrit daha yaktı. Bu sırada soğuk bir rüzgar esti. Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü. Öbür elini aleve siper etti. Aleve bakarken, karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü. İçeride geniş bir oda vardı. Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine tabak tabak yiyecekler dizilmişti. Sofrada gümüş şamdanlar yanıyor, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu. Kızcağız’ın gözleri sofranın ortasında, büyük bir tabağa konulmuş, nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti. Ağzı sulandı. Elini oraya doğru uzattı. Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu. Kızcağız çöpü yere atıverdi. Atmasıyla birlikte, yılbaşı sofrası siliniverdi, gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi.

Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı:Bir yaz gecesi…Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyor. Gece olduğu halde hava sıcak. Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor… Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu. Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu.
Derken bir yıldız kaydı, gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü. Kızcağız: ‘işte, biri daha öldü’ diye mırıldandı. Bir gün, ninesi söylemişti: Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş… Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı. Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu. O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş, düşler dünyasına dalmıştı. Kibritin alevinde yine ninesini görüyor, onun sesini işitir gibi oluyordu. İşte ninesi geliyordu. Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu… Geldi, geldi…Kollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…
Ertesi sabah, yoldan geçenler, bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular. Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı.
-Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış dediler… Bu kibritlerin alevinde onun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki.
-Rapci Musti-
-Rapci Musti-
Oyun Krali
Oyun Krali

Erkek
Kayıt tarihi : 17/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 196
Lakap : Musti
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Geveze10

http://yok.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından -Rapci Musti- Cuma Ocak 16, 2009 7:12 pm

ÇİRKİN ÖRDEK YAVRUSU


Anne Ördek sabırla yumurtalarının kırılmasını bekliyordu. Vakit tamamlanınca ördek yavruları yumurtalarından çıkmaya başladılar. Fakat en son ve en büyük yumurta bir türlü kırılmıyordu. Sonunda yumurtanın beyaz kabuğu çatladı. Diğerlerinden daha gri ve farklı olan ördek yavrusunun küçük kafası göründü. Anne ördek yeni doğan yavruya bakarak ; “Umarım değişir..” dedi şefkatle. Zaman ilerliyordu ama ördek yavrusunun rengi hala griydi. Kümesin bütün hayvanları onunla alay ediyorlar, ona “çirkin ördek yavrusu” diye sesleniyorlardı.
Zavallı yavru o kadar mutsuzdu ki sonunda uzaklara gitmeye karar verdi. Gün boyunca yürüdü gece olunca ise çok yorulmuştu. Mola verdi. Bir yanda açlık, bir yanda korku…Ama yapabileceği hiç bir şey olmadığından derin bir uykuya dalmakta gecikmedi.
Ertesi sabah su sesleriyle gözlerini açtı. Geceyi yaban ördeklerinin çılgınca eğlendiği küçük bir göl kıyısında geçirdiğini anladı. Bu gürültücü arkadaşlarına kendini tanıtmaya hazırlanıyordu. Birden bir tüfek sesi ile irkildi. hiç zaman kaybetmeden oradan uzaklaştı. Çok geçmemişti ki küçük ördek kendini bir çiftlikte buldu. Çiftliğin sahibi yaşlı kadın onu doyurdu. Ateşin yanında uyumasına izin verdi. Fakat yavru ördek bir göl bulabilme umuduyla oradan da uzaklaştı.
Günlerce bir göl bulabilmek için rasgele yoluna devam etti. Sonunda bir göl kıyısına ulaştı. Bu arada yalnız başına yaşamayı öğreniyordu. Bu göl kıyısında yavru ördek gün geçtikçe büyüyordu. Kendisi farkında olmadan görüntüsü değişiyordu. Geçen kuğuları gördükçe onların asil duruşları ve güzel görünüşlerinden dolayı iç çekiyordu.
İlkbaharda bir kuğu sürüsü gölün kıyısına yuva yapmaya geldi. Çirkin ördek yavrusuyla tanışmak için yaklaştılar. Fakat kendisini bu zarif kuşlarla arkadaşlık etmek için çok çirkin ve kaba buluyordu.Birden bire suda aksini gördü. O da ne!…
Kendisini güzel bir kuğuya dönüşmüş olduğunu fark etti. Kuğu sürüsüne katıldı ve ömür boyu mutlu oldu.
-Rapci Musti-
-Rapci Musti-
Oyun Krali
Oyun Krali

Erkek
Kayıt tarihi : 17/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 196
Lakap : Musti
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Geveze10

http://yok.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından -Rapci Musti- Cuma Ocak 16, 2009 7:13 pm



Bir zamanlar yaşlı ve yorgun bir eşek varmış. Sahibinin onu artık daha fazla beslemek istemediği ortaya çıkmış. ” En iyisi buralardan gitmek ” diye düşünmüş eşek. “Bremen’de şarkıcılık yaparım. Bazıları anırmamı pek bir beğenirdi zaten.”
Böylece bir sabah erkenden yola çıkmış. Bir süre yürüdükten sonra iki büklüm bir köpekle karşılaşmış. “Artık sahibime avda yardımcı olamayacak kadar yaşlandım,” demiş köpek eşeğe. ” Sahibimde artık beni beslemiyor.” Eşek gülmüş. ” Benimle Bremen’e gelsene şarkıcı oluruz,” demiş.
Yola koyulmuşlar.Çok geçmeden bir damın üzerinde üzgün oturan bir kedi görmüşler. ” Çok yaşlandım, fareler bile dalga geçiyorlar, ” demiş kedi. “Sen de bizimle gel” demiş eşek. “Sesin hala güçlü çıkıyor, şarkı söyleriz Bremen’de.”
Bağıra bağıra şarkılar söyleyerek yola devam etmişler. Bir çiftlik evinin yakınlarından geçerken kendi seslerinden yüksek bir sesle irkilmişler. ” Kuk-ku-ri-kuuuuuuuuu!…Sonum geldi!” diyormuş iri bir horoz. Sonra eşek, köpek ve kediye yana yakıla anlatmış: ” Bu akşam sahibimin konukları gelecek. Öyle hissediyorum ki beni pişirip yiyecekler.” Eşek”Endişelenme, seninki gibi bir ses bize çok şey katar. Haydi gel şarkıcı olalım,” demiş.
Akşam olduğunda hepsi çok yorulmuş. Bir şeyler yemek ve uyumak istiyorlarmış.İlerde penceresinden ışık süzülen bir kulübe görmüşler. Horoz uçup pencereden içeri bakmış. “Dört soyguncu görüyorum, nefis bir sofranın başındalar,” demiş. “Bir planım var,” demiş eşek. Birbirlerinin sırtına tırmanmışlar. En altta eşek, sonra köpek, onun üstünde kedi ve nihayet en tepede de horoz. Pencere yaklaşıp çıkarabilecekleri en yüksek sesle bağırmaya başlamışlar. “İmdaaaaaat! Bu bir hayalet!” demiş soygunculardan birisi. ” “Bence bir canavar!” demiş ötekisi. ” Bence cadılar bastı! ” demiş öteki. ” Annemi istiyorum,” demiş sonuncusu. Bir kaç dakika sonra dört şarkıcımız soygunculardan kalan sofradaymışlar.
Geceleyin onlar uyurken soyguncular geri gelmişler. Ama hayvanlar hazırlıklıymış. Soyguncular içeri girer girmez, eşek “Şimdi” demiş ve saldırıya geçmişler. Soyguncular bir daha hiç dönmemecesine kaçmışlar oradan. Şarkıcılarımız da bu sevimli küçük kulübeye yerleşmişler. Bremen’e gitmeyi de bir süre ertelemişler, ama her gün şarkı söylemeyi unutmuyorlarmış.Eğer bir gün onları dinleme şansınız olursa, Bremen sakinlerinin ne büyük bir tehlike atlattıklarını anlamanız güç olmaz.
-Rapci Musti-
-Rapci Musti-
Oyun Krali
Oyun Krali

Erkek
Kayıt tarihi : 17/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 196
Lakap : Musti
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Geveze10

http://yok.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından -Rapci Musti- Cuma Ocak 16, 2009 7:14 pm

ASLAN İLE FARE


Ormanlar kralı aslan ormanda bir gün avlanmaktan gelmiş, yatmış uyuyormuş. Minik bir fare aslanın üzerinde dolaşmaya başlamış.Aslan sinirlenerek uyanıp fareyi yakalayış. Tam öldüreceği sırada fare yalvarmış:
-Ne olur beni bırak! Gün olur benimda sana bir iyiliğim dokunur, demiş.
Aslan farenin bu sözlerine gülerek:
-Sen küçük bir faresin, bana ne iyiliğin dokunur ki deyip,fareye acımış ve fareyi bırakmış.
Fare sevinerek oradan uzaklasmış
Aradan zaman geçmiş, Aslan birgün avcıların kurduğu tuzağa yakalanmış.
Aslan çırpınmış, bağırmış ama tuzaktan bir türlü kurtulamamış. Oradan geçmekte olan minik fare aslanın bu durumunu görmüş. Hemen dişleri ile tuzağın iplerini kemirerek kesmiş. Aslanı tuzaktan kurtarmış.
Fare aslana:
- Beni küçük diye beğenmiyordun. Bak. senin canını kurtardım, demiş.
Aslan, böylece yapılan bir iyiliğin karşılıksız kalmayacağını anlamış.
-Rapci Musti-
-Rapci Musti-
Oyun Krali
Oyun Krali

Erkek
Kayıt tarihi : 17/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 196
Lakap : Musti
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Geveze10

http://yok.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından -Rapci Musti- Cuma Ocak 16, 2009 7:16 pm

RAPUNZEL


Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş.
Bir gün pncereden komşu evin bahçesindeki güzel çiçekleri ve sebzeleri seyrederken, kadının gözleri sıra sıra ekilmiş özel bir tür marula takılmış. O anda sanki büyülenmiş ve o marullardan başka şey düşünemez olmuş.
“Ya bu marullardan yerim ya da ölürüm” demiş kendi kendine. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıfladıkça zayıflamış.
Sonunda kocası kadının bu durumundan öylesine endişelenmiş, öylesine endişelenmiş ki, tüm cesaretini toplayıp yandaki evin bahçe duvarına tırmanmış, bahçeye girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Ancak, o bahçeye girmek büyük cesaret istiyormuş, çünkü orası güçlü bir cadıya aitmiş.
Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş ama bir avuç yaprak ona yetmemiş. Kocası ertesi günün akşamı çaresiz tekrar bahçeye girmiş. Fakat bu sefer cadı pusuya yatmış, onu bekliyormuş.
“Bahçeme girip benim marullarımı çalmaya nasıl cesaret edersin sen!” diye ciyaklamış cadı. “Bunun hesabını vereceksin!”
Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları nasıl canının çektiğini, onlar yüzünden nasıl yemeden içmeden kesildiğini bir bir anlatmış.
“O zaman,” demiş cadı sesini biraz daha alçaltarak, “alabilirsin, canı ne kadar çekiyorsa alabilirsin. Ama bir şartım var, bebeğiniz doğar doğmaz onu bana vereceksiniz.” Kadının kocası cadının korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş.
Birkaç haftasonra bebek doğmuş. Daha hemen o gün cadı gelip yeni doğan bebeği almış. Bebeğe Rapunzel adını vermiş. Çünkü annesinin ne yapıp edip yemek istediği bahçedeki marul türünün adı da Rapunzel’miş.
Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel oniki yaşına gelince, dünyalar güzeli bir çocuk olmuş. Cadı bir ormanın göbeğinde, yüksek bir kuleye yerleştirmiş onu. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş, sadece en tepesinde küçük bir penceresi varmış.
Cadı onu ziyarete geldiğinde, aşağıdan “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Rapunzel uzun örgülü saçlarını percereden uzatır, cadı da onun saçlarına tutuna tutuna yukarı tırmanırmış.
Bu yıllarca böyle sürüp gitmiş. Bir gün bir kralın oğlu avlanmak için ormana girmiş. Daha çok uzaktayken güzel sesli birinin söylediği şarkıyı duymuş. Ormanda atını oradan oraya sürmüş ve kuleye varmış sonunda. Fakat sağa bakmış, sola bakmış, ne merdiven görmüş ne de yukarıya çıkılacak başka bir şey.
Bu güzel sesin büyüsüne kapılan Prens, cadının kuleye nasıl çıktığını görüp öğrenene kadar hergün oraya uğrar olmuş. Ertesi gün hava kararırken, alçak bir sesle “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenirmiş. Sonrada kızın saçlarına tutunup bir çırpıda yukarı tırmanmış.
Rapunzelönce biraz korkmuş, çünkü o güne kadar cadıdan başkası gelmemiş ziyaretine. Fakat prens onu şarkı söylerken dinlediğini, sesine aşık olduğunu anlatınca korkusu yatışmış. Prens Rapunzel’e evlenme teklif etmiş, Rapunzel’de kabul etmiş, yüzü hafifce kızararak.
Ama Rapunzel’in bu yüksek kuleden kaçmasına imkan yokmuş. Akıllı kızın parlak bir fikri varmış. Prens her gelişinde yanında bir ipek çilesi getirirse, Rapunzel’de bunları birbirine ekleyerek bir merdiven yapabilirmiş.
Her şey yolunda gitmiş ve cadı olanları hiç farketmemiş. Fakat bir gün Rapunzel boş bulunup da. “Anne, Prens neden senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma?” diye sorunca herşey ortaya çıkmış.
“Seni rezil kız! Beni nasıl da aldattın! Ben seni dünyanın kötülüklerinden korumaya çalışıyordum!” diye bağırmaya başlamış cadı öfkeyle. Rapunzel’i tuttuğu gibi saçlarını kesmiş ve sonrada onu çok uzaklara bir çöle göndermiş.
O gece cadı kalede kalıp Prensi beklemiş. Prens, “Rapunzel, Rapunzel! Uzat altın sarısı saçlarını !” diye seslenince. cadı Rapunzel’den kestiği saç örgüsünü uzatmış aşağıya. Prens başına neler geleceğini bilmeden yukarıya tırmanmış.
Prens kederinden kendini pencereden atmış. Fakat yere düşünce ölmemiş, yalnız kulenin dibindeki dikenler gözlerine batmış. Yıllarca gözleri kör bir halde yitirdiği Rapunzel’e gözyaşları dökerek ormanda dolaşıp durmuş ve sadece bitki kökü ve yabani yemiş yiyerek yaşamış.
Derken bir gün Rapunzel’in yaşadığı çöle varmış. Uzaklardan şarkı söyleyen tatlı bir ses gelmiş kulaklarına.
“Rapunzel! Rapunzel!” diye seslenmiş. Rapunzel, prensini görünce sevinçten bir çığlık atmış ve Rapunzel’in iki damla mutluluk göz yaşı Prensin gözlerine akmış. Birden bir mucize olmuş, Prensin gözleri açılmış ve Prens görmeye başlamış.
Birlikte mutlu bir şekilde Prensin ülkesine gitmişler. Orada halk onları sevinçle karşılamış. Mutlulukları ömür boyu hiç bozulmamış.
-Rapci Musti-
-Rapci Musti-
Oyun Krali
Oyun Krali

Erkek
Kayıt tarihi : 17/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 196
Lakap : Musti
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Geveze10

http://yok.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Cuma Ocak 16, 2009 11:06 pm

SAĞOL Örümcek_Adam

pylsımın için teşekkür ederim...
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Paz Ocak 25, 2009 4:43 pm

UYUYAN GÜZEL


Bundan yıllar önce uzak ülkelerin birinde bir kralla güzeller güzeli bir kraliçe yaşıyordu.Kocaman görkemli bir şatoda oturan kral ve kraliçeyi ülkenin halkı çok seviyordu. Özellikle güzel olduğu kadar iyi kalpli olan kraliçeye herkes hayrandı. Bu iyi yürekli kraliçenin hayattaki en büyük dileği bir çocuk sahibi olmaktı. Sonunda bu dileği gerçekleşti ve güzel bir ilkbahar sabahı harika bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Genç kralla Kraliçenin mutluluğuna diyecek yoktu. Küçük prensesle doğumunu kutlamak için o güne kadar görülmemiş bir şenlik düzenlendi. Bu şenliğe o ülkedeki bütün insanlar ve periler davet edilmişti.
Şenlikler şatonun büyük salonlarında kutlanıyordu. Her taraf o günün şerefine süslenmişti. Bütün davetlerin dikkati, yatağında uslu uslu yatan
minik prensesin üzerindeydi. Melek yüzlü iyilik perileri beşiğin çevresinde toplanmıştı. Her biri sırayla bebeğe iyi dileklerde bulundular.
Kimi ona güzellik, kimi akıl, kimi de cömertlik armağan etti. Fakat büyük bir talihsizlik olmuş ve yaşlı bir periyi şenliğe davet etmeyi unutmuşlardı. Bütün konuklar neşe içinde eğlenirken yaşlı peri birden ortaya çıkıverdi. Şenliğe davet edilmediği için çok kızmıştı. Öfkeyle
küçük prensesin beşiğine yaklaşarak “Onaltı yaşına geldiğinde parmağına bir iğ batacak ve öleceksin” dedi Oradaki herkes şaşkınlıktan donakalmıştı. İşte tam bu sırada henüz dilekte bulunmayan perilerin en genci ileri atıldı. ” Üzülmeyin, dedi yavrunuz ölmeyecek Küçük prenses yüz yıl sürecek derin bir uykuya dalacak ve bir prens gelip onu öptüğünde bu uzun uykudan uyanacak”
Kral ve Kraliçe genç periye teşekkür etti.Ama kral yinede bu kehanetin gerçekleşmesinden büyük kaygı duyuyordu. Hemen bütün muhafızlarına, ülkedeki iğlerin kaldırılmasını emretti. Bu emre uymayanların cezası ölüm olacaktı. Böylece aradan uzun yıllar geçti.
Mutlu bir hayat süren prenses hergün biraz daha büyüyüp güzelleşiyordu.
Onaltı yaşına geldiğinde bir gün şatoyu gezmeye karar verdi. Şato okadar büyüktü ki, bilmediği pek çok yeri vardı. O zamana kadar görmediği küçük bir odada yaşlı bir kadına rastladı. Kadın elindeki iğ ile iplik eğiriyordu. Bu iğ nasıl olduysa muhafızların gözünden kaçmıştı. Çok meraklanan prenses tanımadığı bu garip alete dokunmak istedi ve iği eline alır almaz eline battı . Kötü kehanet sonunda gerçekleşmişti.
Hemen uykuya dalan güzel prenses ipek örtüler içinde altından yapılmış bir yatağa yatırıldı. Prensesle birlikte bütün şato yüz yıl sürecek derin bir uykuya daldı. Kral Kraliçe muhafızlar, hizmetkarlar ve saray çalgıcıları da uyumuştu. Sadece onlarda değil… Sahibiyle birlikte avludaki köpek, ahırdaki koşulmuş at, hatta dallardaki kuşlar bile uyudu.
Her tarafa derin bir sessizlik çökmüş onları uyandırmamak için rüzgar bile susmuştu. Ağaçların yaprakları da kımıldamaz olmuştu. Bu arada uyuyan şatonun çevresinde sık bir orman göğe doğru yükselip onu bütün gözlerden gizledi. Bu arada aradan tam yüz yıl geçmişti.
Yine ilkbahar gelmiş bütün doğa uyanmıştı. günlerden bir gün genç ve cesur bir prensin ormana yolu düştü. Uyuyan güzel efsanesini duymuş ve onu bulmaya karar vermişti. Günlerce aradıktan sonra, önüne geçemediği bir duygu onu bu ormana çekmişti. Sonunda şatoyu buldu ve prensesin uyuduğu odaya girdi. Daha onu görür görmez yüreğini tarifsiz bir sevgi kapladı.
Prenses’e daha o anda aşık olmuştu. Genç kıza doğru eğildi ve onu hafifçe öptü. Güzel bir prenses sihirli bir değnekle dokunulmuş gibi hemen gözlerini açtı. Onunla birlikte şatodakilerde gözlerini açtı. Kötü kalpli perinin büyüsü artık bozulmuştu. İki genç kısa süre sonra görkemli bir düğünle evlendiler ve uzun yıllar birlikte mutlu bir hayat sürdüler.
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Paz Ocak 25, 2009 4:45 pm

NİLÜFER PERİSİ


Sabahın erken saatlerinde, henüz daha güneş bile doğmadan önce, çiğ damlaları nilüfer çiçeklerinin üzerinde nazlı nazlı salınmaya başlamışlardı. Çiğ damlaları oluştukça, nilüferler daha da parlaklaşıyorlardı. Nilüfer tomurcukları yavaş yavaş açılıp doğan günü karşılamaya hazırlanıyorlardı. Tomurcuklardan biri daha yavaş açılıyordu. Bir bebeğin uykusunu, güzel rüyasını bırakmak istememesi gibi nazlanıyordu. Tomurcuğun her yaprağı açıldıkça, etrafa ışıklar saçılıyordu. Rengarenk ışıklar, sanki bir bebeğin gülüşüyle geliyordu. Güneş doğarken, parlak gri olan gölün suları, beyaz, pembe nilüfer çiçekleri onların yemyeşil yaprakları ile bir mucizeyi kucaklamaya hazırlanıyordu. Güneş yavaşçacık, mutluluk dağıtarak, nilüfer perisi ile birlikte doğdu.
Nilüfer perisi, minicik , güneşin ilk ışıltıları kadar mutlu, bir bebek kadar masum, kar tanesi kadar kırılgan, bir periydi. Nilüfer perisi çok şanslıydı çünkü o pırıl pırıl bir gölde dünyaya gelmişti.
Nilüfer perisi çok mutluydu. Onun için yepyeni bir serüven başlamıştı. Daha gözlerini açıp etrafı seyrederken, bu seferki hayatında çok şanslı olduğunu düşündü. Burası etrafı çam ormanlarıyla kaplı bir göldü.
Ormanı seyre dalmışken, güzel bir müzik dikkatini çekti. Sanki ormanın oluşumuyla beraber doğmuştu bu müzik. Etrafına baktı. Önce kurbağalar çıktı müzisyenlerden; sonra zilleriyle çekirgeler, kemanlarıyla ağustos böcekleri balıklar dans ederek müziğe eşlik ediyorlardı. Orkestra çok genişti.Tüm göl bu müziğe eşlik ediyordu. Nilüfer perisi buna inanamadı. Daha önceki hayatlarında nice mutlu göller, mutsuz göller, ışıltılı, bol balıklı, özel kokulu göller gördüyse de bu göl diğerlerinden çok farklıydı.
Gülümseyerek müziğin tadını çıkardı. Sonra müzisyenleri incelemeye başladı. Yüzleri nasıl da mutlulukla ışıl ışıl parlıyordu. Tek tek hepsini inceliyordu, ki unutmasın, bu görüntü bundan sonra da yaşayacağı hayatlarda ona mutluluk versin. Ağustos böceğine gelince orada kalıverdi. İkisinin de gözleri birbirine kenetlenmişti, sanki o anda tüm dünya durmuş sadece müzik ve ormanın büyülü kokusu kalmıştı. Ama bu arada, onlar farketmeseler de, önce müziğin ve dansın ritmi bozuldu, sonra da sustu.
En son aşıklar anladılar müziğin durduğunu. Herkes onlara bakıyordu. Nilüfer perisi kendini tutamadı, bir kahkaha attı. Müzik ve dans yeniden başladı. Müziğin sonunda çok acıkmışlardı. Sofralar kuruldu. Ağustos böceği ve nilüfer perisi beraber oturdular. Konuşmaya başladılar. Aslında, ne söylediklerini kendileri bile bilmiyorlardı, konuşan daha çok gözleriydi.
Yemekten sonra bütün göl hayvanları dinlenmeye gitti. Sadece ağustos böceği ve nilüfer perisi kaldı. Göl birden sakinleşmiş, durgun bir hal almıştı. Hafif bir meltem esiyordu. Bir süre bu sessizliği dinleyip beraber olmanın mutluluğunu yaşadılar. Sessizliği ağustos böceği bozdu.
“Nilüfer perisi kanatların yeterince olgunlaştı. Artık uçabilirsin. Ormanı tanımak ister misin?” dedi.
Nilüfer perisi bu teklifi sevinçle kabul etti. Uçarak ormana ulaştılar. Orman nasıl da hoş kokuyordu. Rengarenk çiçekler kaplamıştı tüm ormanı. Ağaçlar çok büyüktü. Gördükleri bütün hayvanlar gülümsüyordu. Küçücük bir yavru sincap, nilüfer perisini görünce çok mutlu oldu. Ellerini sevinçle çırpmaya başladı. Bir yandan da annesini çekiştiriyordu.
“Anne bak bak o kim?” diye sordu.
Nilüfer perisi yavaşça minik sincabın yanına geldi. “Merhaba ben nilüfer perisiyim” dedi. Yavru sincap gözlerini kocaman kocaman açmış hiç sesini çıkarmadan nilüfer perisine bakıyordu. Anne sincap nilüfer perisini ve ağustos böceğini selamladı. Onlara en güzel yemeklerini ikram etti. Sonra “gelin” dedi, “ben gezdireyim ormanımızı; önce baykuş ailesiyle tanıştıracağım sizi.”
Gerçekten de anne sincap, başta baykuş ailesi olmak üzere, bütün orman sakinleri ile tanıştırdı nilüfer perisini. Bu oldukça yorucu olmuştu. En son kaplumbağa ailesiyle tanıştılar. Kaplumbağalar da onlara serin şerbetler ikram ettiler. Nilüfer perisi bu geziden hoşnuttu ama sanki herkes birşeyler saklıyordu. Bu rahatsızlık verici durumdu ki, nilüfer perisini en çok üzen ağustos böceği bile bu sırra dahildi. Herkes çok mutlu görünmesine rağmen gözlerde saklanamayan bir hüzün vardı.
Orman halkının bilmediği bir şey vardı, nilüfer perileri istedikleri zaman düşünceleri okuyabiliyorlar ve hayalleri görebiliyorlardı. Nilüfer perisi teker teker düşünceleri okumaya başladı. Gizledikleri şey bir bataklıktı. Ama bataklıkta neyi gizlediklerini anlayamıyordu çünkü bu ormanda bataklık olması gizlenecek bir şey değildi. Hatta orayı uçarken bile görmüşlerdi. Kaplumbağa ailesine sordu; “Ben henüz bataklığı görmedim, orayı bana göstermeyecek misiniz?”
Herkes şaşkınlıka birbirine baktı. İlk konuşan ağustos böceği oldu. “Evet, nilüfer perisine hâlâ bataklığı göstermedik, haydi bataklığa gidelim” dedi. Herkes biraz ürpererek baktı birbirine, isteksizce “tamam” dediler.
Bataklık hiç de uzak değildi. Nilüfer perisi için birazcık ilerdeydi. Ama orman halkı birbirlerine yardım ederek bile olsa çok yavaş ilerliyorlardı. Sonunda ulaştılar bataklığa, bataklıkta onları üstü başı kir içinde bataklık cini karşıladı. Bu durumdan cin çok mutlu olmuştu, ama orman halkı hiç mutlu gibi görünmüyordu. O şirin hayvanların yerini, asık suratlı bir topluluk almıştı. Hepsi aksi ve küçümser bakışlarla bakıyorlardı bataklık cinine.
Ama bataklık cini, onları gördüğü için o kadar mutlu olmuştu ki, nilüfer perisini bile gözleri görmüyordu. Durmaksızın çığlıklar atıyor bir oraya bir buraya zıplıyordu. O zıpladıkça etrafa çamurlar sıçrıyor, çamurlar sıçradıkça bataklık cini daha da çok kahkaha atıyordu. Nilüfer perisi bataklık cinini çok sevmişti. O da hemen onunla beraber çamurlarda zıplayıp hoplamaya başladı. İkisi beraber çok eğleniyorlardı. Orman sakinleri, gözlerini kocaman kocaman açmış nilüfer perisine bakıyorlardı. Fısıltılar başladı hemen, kimi nilüfer perisinin asla temizlenemeyeceğini, artık hep böyle pis kalacağını, kimi de onun ruhunu şeytanın çaldığını söylüyordu.
Nilüfer perisi bunların hepsini anladı. Demek onun için bataklığa gelmiyorlardı. Üstelik bataklık cininden de korkuyorlardı. Bataklık ciniyle kimse görmeden konuştu. Sonra da çok yorulduğunu ve çok acıktığını söyledi. “Hadi yemek yiyelim” dedi orman halkına. Kimseden ses çıkmadı. Ağustos böceği “hadi bakalım” dedi. “Geri dönüyoruz. Yemek yiyeceğiz.”
Baykuş arka çıktı hemen , “Önden kuşlar gitsin, hazırlıklara başlasınlar.” Önce isteksiz olanlar bile hazırlıklar başlayınca neşelendiler. Onlar sofrayı hazırlaya dursun, nilüfer perisi ve bataklık cini de göle gitmiş yıkanıyorlardı. Nilüfer perisi, iyice temizlenmesi için bataklık cinine yardım etti. Üstünden o çamurlar gidince, ortaya çok şirin bir cin çıktı. Temizlendikten sonra, şölene katılmak için, birlikte yola çıktılar. Oraya vardıklarında, baykuş dışında kimse bataklık cinini tanımamıştı. Baykuş hemen onların yanına yaklaştı ve onları onur konuğu masasına oturttu. Sonra da misafirlere bataklık cinini tanıttı. Bataklık cininin onur konuğu masasına oturmasıyla beraber şölen başladı.
Şölen başlamıştı ama misafirler hâlâ büyük bir şaşkınlık içindeydiler. Kimse bataklık cininden gözlerini alamıyordu. Bugüne kadar korktukları bu minicik, şirin yaratık mıydı? Bataklık cini büyüklere göre hâlâ çirkindi, ama çocuklara göre çok şirindi. Çocuklar hemen onun yanına geçtiler. Bütün yemek boyunca gülmeleri hiç kesilmedi. Bataklık cini gülmeyi, eğlenmeyi seviyordu ve onun bulunduğu ortam mutlaka neşeli olurdu. Yemeğin sonunda herkes neşe içinde masadan ayrıldı.
Artık bataklık cininden korkmuyorlardı. Hatta onu sevmeye bile başlamışlardı. Artık bataklık korkulması gereken bir yer olmaktan çıkmıştı. Şölenin sonunda bataklık cini hem nilüfer perisine, hem baykuşa, hem de ağustos böceğine teşekkür etti. Mutlulukla bataklığına döndü.
Nilüfer perisi ve ağustos böceği göle doğru yola çıktılar. Ama ikisi de biraz yalnız kalmak istiyorlardı. Bir süre birlikte kaldılar. Nilüfer perisi gitmeden önce onlara bir armağan vermek istiyordu. Ağustos böceğinin aklından geçenleri okudu. O nilüfer perisinin hiç gitmemesini, hep beraber olmalarını istiyordu. Bu imkansızdı, nilüfer perileri sadece bir gün yaşardı.
Artık akşam oluyordu. Gitme vaktine az kalmıştı. Birden aklına geldi. Bu gölde hiç göl insanı görmemişti. Halbuki neredeyse tüm göllerde göl insanları olur; hem güzel sesleri, hem sorunlara hemen çözüm bulmalarıyla tüm göl halkının sevgisini kazanırlardı. Onlara göl insanlarını armağan etmeliydi. Nilüfer perisinin bir an önce göl perisini bulması gerekiyordu. Sadece göl perisi göl insanlarını çağırabilirdi. Ağustos böceğine çok acil göl perisini bulması gerektiğini söyledi ve hızla oradan ayrıldı.
Nilüfer perisinin, göl perisini bulması zor olmadı. Ona isteğini anlattı. Göl perisi de büyük bir zevkle kabul etti ve göl insanları ile bağlantıya geçti. Sonra nilüfer perisine dönüp o gitmeden önce gölde olacaklarını söyledi. Nilüfer perisi teşekkür ederek oradan ayrıldı.
Nilüfer perisi göle döndüğünde artık güneş batmak üzereydi, göl güneşin son ışıklarıyla rengarenk olmuştu. Muhteşem bir görüntüydü . Göl orkestrası bu sefer hüzünlü bir melodi çalıyordu. Çünkü nilüfer perisi birazdan geldiği nilüfere dönüp, uykuya dalacaktı. Tekrar uyandığında artık orada olmayacaktı.
Nilüfer perisinin iyice uykusu gelmişti. Göl sakinleri ağlamamak için kendilerini zor tutuyorlardı. O sırada göl insanları güzel sesleriyle şarkılar söyleyerek geldiler. Birden hüzün kayboldu. Ortalık yeniden canlandı. Nilüfer perisi bile el çırpıyor, dans ediyor, bu neşeli müziğe eşlik ediyordu.
Müziğin sonunda nilüfer perisi yavaşça doğduğu nilüfere döndü. Bütün göl halkını, orman halkını, göl insanlarını selamladı. Dilerim yine görüşebiliriz dedi ve nilüferin içinde kıvrılıp, nilüferin onu yumuşakça örtmesini istedi.
Bütün canlılar nilüfer perisinin aralarından ayrılmasından dolayı çok üzgündü. Ama o, onlara göl insanlarını hediye etmişti. Onlara mutluluk vermişti, içtenlikle ona teşekkür ettiler. Nilüfer perisinin de istediği gibi şarkı ve dansa devam ettiler.
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Paz Ocak 25, 2009 4:46 pm

KÜÇÜK DENİZ KIZI


Bir zamanlar altı güzel kızı olan bir kral varmış. Ama bu kral insanların kralı değilmiş. Ülkesi dalgaların altında balıkların değerli taşlar gibi parıldadığı bir ülkeymiş. Genç prenseslerin anneleri çoktan ölmüş ve onları büyükanneleri büyütmüş. İçlerinde en güzelleri en küçük olanıymış. Saçları altın bukleler halinde omuzlarına dökülüyormuş. Kızlar büyükannelerinin anlattığı yeryüzüyle ilgili masalları çok seviyorlarmış. Bu masallarda bacak adlı iki şeyin üzerinde yürüyen garip insanlar varmış. Küçük denizkızı da bu anlatılanları görmek istiyormuş. “Onbeş yaşını beklemen gerekir,” demiş büyükanneleri. “O zaman gidip görebilirsin.”
En büyük denizkızı yaşı geldiğinde yüzeye çıkmış ve gördüğü ilginç şeyleri kardeşlerine anlatmış. Yıllar geçmiş ve sonunda küçük denizkızının da yüzeye, insanların dünyasına çıkabileceği gün gelmiş. Şimdiye kadar hep merak ettiği dünyayı artık kendi gözleriyle görebilecekmiş. Yüzeye doğru yüzerken güneş batıyormuş. Yakınlarda bir gemi demir atmış. Küçük denizkızı yüzeye çıktığında güvertedeki yakışıklı prensi görmüş. Prens kendisini birisinin gözlediğini de, prensesin ondan gözlerini ayıramadığını da bilmiyormuş tabii. Birden hava kararmış, gemi çıkan fırtınayla
sallanmaya başlamış. Çok geçmeden yelkenleri parçalanmış, direği kırılmış ve gemi sulara gömülmüş. Küçük denizkızı sularda çırpınan prensi son anda görüp kurtarmış. Onu kucaklayıp kıyıya götürmüş ve sahile bırakmış. Sabah olduğunda prens hala yattığı yerde uyuyor, denizkızı da başucunda onu bekliyormuş. Az sonra birkaç kız koşarak gelmiş. Prens gözlerini açmış ve kalkıp yürümüş. Küçük denizkızı oracıkta üzüntüsüyle baş başa kalmış.

O günden sonra küçük denizkızı prensi görebilmek umuduyla birçok kez yüzeye çıkmış. Artık dayanamıyormuş. Su cadısına gidip akıl almaya karar vermiş. Cadı onu görünce bir kahkaha atmış: “Niçin geldiğini biliyorum denizkızı,” demiş. “İnsana dönüşüp karaya çıkmak istiyorsun. Böylece prensle daha yakın olacağını düşünüyorsun. Ama bunun bir bedeli var, biliyor musun? “Bilmiyordum,” demiş küçük denizkızı, “ama insan olabilmek için neyse öderim.” “Sesini istiyorum,” demiş cadı, “şu şarkılar söyleyen güzel sesini. Bana sesini verirsen ben de seni iki ayaklı güzel bir genç kıza çeviririm. Ama unutma, prens seni bütün kalbiyle sevmeli ve evlenmeli. Yoksa bir deniz köpüğüne dönüşüp sonsuza dek yok olursun.” ” Çabuk,” demiş küçük denizkızı. “Ben kararımı çoktan verdim zaten.” Bunun üzerine su cadısı küçük denizkızına içmesi için büyülü bir ilaç vermiş. Küçük denizkızı prensin karşısına dikildiği an prens bu hiç konuşmayan kızdan çok hoşlanmış ve onsuz yapamayacağına karar vermiş. Küçük denizkızı da prensi her geçen gün daha çok sevmiş, ama prens ona bir türlü evlenme teklif etmiyormuş. Prensin annesi ve babası, kendine eş bulması için baskı yapıyorlarmış. Prens sonunda yakındaki bir ülkenin prensesiyle tanışmaya karar vermiş. Yanında küçük denizkızını da götürmüş. Zavallı kız çok acı çekiyormuş. Prens komşu ülkeye gidip prensesle karşılaşınca aklı başından gitmiş ve hemen evlenmek istemiş. Düğünleri muhteşem olmuş. Her yer çiçek, ipek ve mücevherle kaplıymış. Mutlu çifti görmeye gelen herkes coşku içindeymiş. Yalnızca küçük denizkızı sessizmiş. Gözyaşları sessizce süzülüyormuş yanaklarından. O gece küçük denizkızı güvertede dikilmiş karanlık sulara bakıyormuş. Gün doğarken bir deniz köpüğü olup o sulara karışacakmış. Birden suların dibinden denizkızının kardeşleri çıkmışlar. Saçları kısa kısa kesilmiş. “Saçlarımızı su cadısına verdik, karşılığında da bu bıçağı aldık. Eğer bu gece bu bıçağı prensin kalbine saplarsan büyü bozulacak.” Küçük denizkızı bıçağı almış ama prense asla zarar veremeyeceğini biliyormuş. Güneş doğduğunda kendini ağlayarak denize atmış. Ama denize düşmemiş. Kendini havada uçarken bulmuş. Çevresinde altın renkli ışıklar dans ediyormuş. “Biz havanın kızlarıyız ” demişler. “Artık bizimle mutlu olursun.” Küçük denizkızı gökyüzüne doğru yükselirken aşağıya, prensin gemisine bakmış ve gülümsemiş.
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından pretty1 Paz Ocak 25, 2009 5:56 pm

hep biildiğimz masalardan yazmışınız farklı masal yazabirlirsiniz
pretty1
pretty1
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 31/12/08
Nerden : Adana
Mesaj Sayısı : 177
Lakap : ILGIN
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Paz Ocak 25, 2009 7:31 pm

Sende yazabilirsin 🐱
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından ftmanur Salı Şub. 17, 2009 1:14 pm

Dost Dediğin
Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"Nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları,
...dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...
ftmanur
ftmanur
Forum Aşığı
Forum Aşığı

Kadın
Kayıt tarihi : 31/12/08
Nerden : istanbul
Mesaj Sayısı : 33
Lakap : FATO$

http://www.mileycyrus.forumr.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." Salı Şub. 17, 2009 1:16 pm

Paylaşım için saol canım arkadaşım,

ztn türkçecimiz bu konuyla ilgili ödev vermişti ii işte bundan yararlanırız çok güzel bir

parça ;)
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından mis_kokular Cuma Şub. 20, 2009 7:39 pm

Sağol ftmanur abla çok güzel gerçekten
mis_kokular
mis_kokular
Yeni Üye
Yeni Üye

Kadın
Kayıt tarihi : 15/02/09
Nerden : Kahramanmaraş
Mesaj Sayısı : 3
Lakap : ......
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Bakiml10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından pretty1 Cuma Şub. 20, 2009 8:57 pm

Çirkin Kız
Bir varmış, bir yokmuş,

Allah’ın kulu mısır tanesinden çokmuş.

Yeşil olmalı, al olmalı, masallar masal olmalı.

Her masalda bir ibret var, Gerçeğe misal olmalı.

Masaldır bunun adı, dinlemekle çıkar tadı.

Ben diyeyim uzakta, siz deyin yakında, Gülşen ve Nurşen adında iki kız kardeş yaşarmış. Bu kişi kardeşmiş ama Patlıcan ile soğan kadar bile birbirlerine benzemezlermiş. Gülşen çok güzel, Nurşen de çok çirkinmiş.

İkisini yan yana görenler kardeş olduğuna inanmazlar, Gülşen’e bakıp; “Ne kadar güzel bir kız!” der ve övgüler yağdırırken, Nurşen’e bakıp;”Bu da kardeşimi? Hiç ablasına benzemiyor, pek çirkin.” Derlermiş.

Nurşen bu duruma çok üzülüyormuş. Güzel olmayı elbet o da çok istermiş, fakat elinden bir şey gelmezmiş. Gülşen, güzel olduğu için çok kibirlenirmiş. Kardeşine kızdığı zamanlarda çirkinliği ile alay edermiş hep.

Yine böyle bir gün zavallı kardeşiyle alay etmiş. Nurşen ağlayarak evden çıkmış, Ormana doğru koşmaya başlamış. Ormanda da uzun süre koşmuş. Yorgunluktan bitkin bir hale düştükten sonra durup etrafına bakmış. Hiç görmediği bir yermiş burası. Evlerine dönmeyi istemiş ama yolu bulamamış. Ormanda kaybolduğunu anlayınca korkarak geceyi geçireceği bir yer aramaya başlamış. Bir de bakmış ki karşısında süslü, çok güzel bir kulübe duruyor. Sevinçle kapısını çalmış. Kapıyı dünyalar güzeli bir kız açmış. Nurşen hayranlıkla ona bakarak;

­­—Affedersiniz, ormanda yolumu kaybettim, geceyi burada geçirebilirliyim? Diye sormuş.

—Hayır, diyerek kapıyı yüzüne kapatmış güzel kız.

Nurşen çaresizlikle ne yapacağını düşünürken kapı tekrar açılmış.

Güzel kız;

—Eğer elinden iş gelirse, temizlik ve yemek yaparsan kalabilirsin, demiş.

Nurşen çaresiz;

—Yaparım, demiş. İçeri girmiş.

Kız, Nurşen’in dinlenmesine fırsat vermeden önüne kova ile süpürge koymuş. Nurşen pislikten berbat olan kulübeyi pırıl pırıl temizlemiş. Sonrada bir güzel yemek yapmış. Bütün işleri bitirdiğinde güzel kız, ona yaptığı yemeklerden vermeyerek sadece kuru bir dilim ekmek vermiş.

Güzel kız bütün bir gecede asık bir yüzle “Yalnızlıktan sıkıldım,” Deyip durmuş. Onun bu halini görmek istemeyen Nurşen ertesi sabah erkenden kulübeden ayrılmış. Akşama kadar ormanda dolaşmış. Hava kararmaya başladığında çaresizlikle etrafa bakınırken başka bir kulübe görmüş. Kulübenin üzeri pek çok kuşla doluymuş. Hemen kapıyı çalmış. Çirkin bir kız açmış kapıyı.

Nurşen içinden “Bu da benim gibi çirkin.” Diye düşünürken;

—Af edersiniz, ormanda yolumu kaybettim, geceyi burada geçirebilirliyim? Diye sormuş.

—Tabi çok memnun olurum demiş kız; Onu içeriye almış.

İçeride bir aslan, bir kaplan, bir ayı ve bir yılan varmış. Dostlarım dediği hayvanlarla Nurşen’i tanıştırmış. Çirkin kız Nurşen’in önüne çeşit çeşit yiyecekler koymuş. İyiliksever kızın adı Zülfiye’ymiş. Nurşen, Zulfiye’ye ormandaki güzel kızdan söz etmiş.

—O benim kız kardeşim, demiş Zülfiye. Biz vezirin kızlarıydık. Kardeşim büyük bir hata yaptı, hatası anlaşılınca da suçunu bana yüklemeye çalıştı. Padişah kızdı ve ikimiz ide cezalandırdı. Bir süre ormanda yalnız yaşamamıza karar verdi.

Nurşen;

—Geçekten çok üzüldüm bu olanlara demiş.

—Hayır, üzülme diye yanıtlamış kız. Ben ormanda çok mutluyum. Benim burada hayvan arkadaşlarım var ve onları çok seviyorum, deyip gülümsemiş sonra.

Nurşen gece rahat bir uyku uyumuş. Sabah uyandığında kulübeye başka hayvanlarda gelmiş. Zulfiye, sevgi ve şefkatle yaralı bir tavşanın ayağını sarıyormuş. Nurşen, Zülfiye’ye baktığında onun çok güzel olduğunu düşünmüş bir an. Oysa ilk gördüğünde onu çirkin bulduğunu hatırlayınca şaşırmış. Birden kuşlar gibi hafiflemiş. Nurşen; “Güzelliğin sırrını buldum.” Diye koşarak Zülfiye’nin boynuna sarılmış ve ona teşekkür etmiş. Birkaç gün daha kulübede kaldıktan sonra Zülfiye’nin arkadaşı güvercinin yardımıyla evine dönmüş. Nurşen çok mutluymuş.

O günden sonra Nurşen kimsenin ona çirkin demesine aldırış etmemiş. Onu tanıyanlar o nu daha çok sevmeye başlamışlar. Gülşen de kardeşiyle alay ettiğinde, kardeşini artık neden kendisine kızmadığını hep merak etmiş.
pretty1
pretty1
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 31/12/08
Nerden : Adana
Mesaj Sayısı : 177
Lakap : ILGIN
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." C.tesi Şub. 21, 2009 10:53 am

Paylaşım için sağol
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından Zynp391 C.tesi Nis. 18, 2009 6:40 pm

YC sinemaya gidiyor
gelincik:Sinemaya gidelim hadii
Zeynep391:Tamam
Hello Kitty:Durun para alayım yanıma.Heh tamam aldım
-----------SİNEMAYA GİDERLER---------
Hello kitty: 😢 ühü ühhüüü
Zeynep391 :Neden ağlıyorsun?
gelincik:Kesin duygulandı
Hello Kitty:Evett...Gidelim yaaa
Zyenep391 hadi gidelim...
------YOLDA gfb_başak İLE KARŞILAŞIRLAR------
gfb_başak:Selam kızlar
Zeynep391:Selam
gelincik:Selam
Hello Kitty:Selam
gelincik:Hadi bizim eve gidelim...
DEVAMI YORUMLARDAN SONRA....
Zynp391
Zynp391
Aktif Üye
Aktif Üye

Kadın
Kayıt tarihi : 18/04/09
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 176
Lakap : Şair ruhlu BarışKoLik..
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Huysuz10

http://www.nartanesi-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından 'bŞra .." C.tesi Nis. 18, 2009 7:08 pm

bence Sen bunu

Diğer Konular bölümüne YC FORUM MASALLARI diye konu aç oraya yaz tmm mı canım =) ?? ??
'bŞra ..
'bŞra .."
Admin
Admin

Kadın
Kayıt tarihi : 14/12/08
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 657
Lakap : FoToManyaqH
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Asik10

http://www.yazcicekleri-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından Zynp391 C.tesi Nis. 18, 2009 7:08 pm

Ok :)
Zynp391
Zynp391
Aktif Üye
Aktif Üye

Kadın
Kayıt tarihi : 18/04/09
Nerden : İstanbul
Mesaj Sayısı : 176
Lakap : Şair ruhlu BarışKoLik..
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Huysuz10

http://www.nartanesi-forum.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından krzmtk_can Çarş. Ağus. 12, 2009 10:44 am

Hamamcının Kızı

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde bir ülkede hamamcı ve karısı yaşarmış. Küçük bir de hamamları varmış. Geçimlerini bu hamamdan sağlarlarmış. Mutlu yaşantılarının tek eksiği bir bebekmiş. Hamamcı da karısı da her gün Allah’a dua ederlermiş. Gel zaman git zaman günlerden bir gün Allah dualarını kabul etmiş. Onlara nur topu gibi bir kız çocuğu vermiş. Ama bu bebeğin doğduğu gün öyle bir şey olmuş ki, herkesi hayrete düşürmüş.

Hamamcının karısı hamamda yalnız olduğu an bebeği dünyaya getirdi Tam bu sırada beş tane ak sakallı dede belirmiş. Kadın korku ve şaşkınlıkla dedelere bakarken dedelerden biri elindeki bileziği bebeğin koluna takmış. Demiş ki:

- “Bu bilezik bebeğin kolundan çıkarsa yaşamı sona erecek. Koluna bilezik takılırsa can bedene geri gelir” demiş.

2.dede bebeğin saçını okşayarak:

- “Saçını yıkadıkça su yerine altınlar dökülecek”

3.dede yanaklarına dokunup:

- “Güldükçe yanaklarından güller düşecek”

4.dede gözlerine dokunup:

- “Ağladıkça gözlerinden yaş yerine inciler dökülecek.”

5.dede ise:

- “Yürüdükçe ayaklarının altında çimler bitecek”

Ak sakallı dedeler bütün bunları söyledikten sonra gözden kaybolmuşlar.

Kadın bunlara inanamamış. Korku ve şaşkınlıkla bebeği kucağında hamamın bir köşesinde otururken kocası çıkagelmiş. Hemen ayağa fırlayıp ona olanları anlatmış. Hamamcı bebeği alıp yıkamaya başlamış. Bebeğin saçından su yerine altınlar döküldüğünü görünce her ikisi de olanlar inanamamış. Altınları bir çuvala doldurarak kuyumcuya götürüp satmışlar. Geri kalanını da fakir fukaraya dağıtmışlar.

Aradan yıllar geçmiş. Çok güzel bir kız olmuş. Ünü bütün ülkeye yayılmış. Genç kız bir gün camdan bakarken kapının önünden geçen bir delikanlı onu görüp beğenmiş. Hemen ailesini gönderip onu istetmeye karar vermiş. Kısa bir süre sonra da söz kesilmiş,düğün dernek kurulmuş. Oğlan gelin almaya komşusu ile kızını göndermiş. Komşunun kızı da oğlanı severmiş. Oğlan bunu bilmediği için gelin almaya bunları göndermiş. Komşu kadın ve kızı gelip gelini alıp yola koyulmuşlar. Kısa bir süre gittikten sonra genç kız onlara susadığını söylemiş. Kadın:

- “Gözlerini verirsen sana su veririm.” demiş. Genç kız şaşırmış. Ama çaresiz “gözlerimi veririm” demiş. Daha sonra kadın arabayı durdurup genç kızı yolun kenarındaki köy . kuyuya atmış ve oradan uzaklaşmışlar. Oğlanın yanına gelince “Gelin seni istemedi ve yolda indi” demişler.

Oğlan buna kızıp komşunun kızıyla oracıkta evlenivermiş. Genç kız ise kuyunun dibinde ağlıyormuş. Ağlarken göz çukurlarından dökülen inciler kuyuyu doldurduğu için kız kuyudan çıkmış. Oradan geçen yaşlı bir adam genç kızı görmüş ve ona ne olduğunu sormuş. Genç kız başından geçenleri yaşlı adama anlatmış. Yaşlı adam olanlara çok üzülmüş. Kızı alıp evine götürmüş. Karısına her şeyi anlatmış. O günden sonra kız onlarla beraber yaşamaya başlamış. Yaşlı adam ve karısı geçim sıkıntısı çekiyorlarmış. Genç kız da buna çok üzüldüğü için adama demiş ki:

- “Ben gülünce yanaklarımdan güller dökülüyor. Bu güllerin güzellerini seçip satalım. Böylece geçim sıkıntısı çekmeyiz.”

Adam bunu kabul etmiş. Ertesi sabah erkenden kalkıp sepetlere biriktirdikleri gülleri yerleştirip satmaya çıkmış. Gezinirken tesadüfen genç kıza kötülük yapan anne ile kızın oturduğu mahalleye gelmiş. Camdan gülleri gören kız . dışarı fırlamış. Yaşlı adamı durdurup ondan gül almak istediğini söylemiş. Alacağı gülleri seçerken adama:

- “Bunlar o kadar güzel ki kendiniz mi yetiştiriyorsunuz?demiş. Yaşlı adam bütün olanları anlatınca kız her şeyi anlamış. Hemen annesine gidip olanları anlatmamış ana kızı bir telaş almış ve hemen bir çare aramaya başlamışlar. . Çünkü oğlan ile kız tesadüfen karşılaşıp her şey ortaya çıkarsa onlar için hiç de iyi olmayacağını biliyorlarmış. Bir bohçacı kadın bulup yaşlı adamın evini tarif etmişler.

- “Orada bir genç kız var onun kolundaki bileziği bize getir demişler. Bohçacı kadın yaşlı adamın evine gitmiş kendini acındırmış ve o gece orada . kalmayı başarmış. Geceleyin herkes uyuyunca kızın kolundaki bileziği çıkarıp hemen kadına getirmiş. Ertesi sabah yaşlı adamla karısı kızı uyandırmak için yanına gitmişler ama kolundaki bileziği göremeyince öldüğünü anlamışlar ve çok üzülmüşler. Onu o kadar seviyorlarmış ki toprağın altına koymaya kıyamamışlar. Camdan bir tabut yaptırıp içine koymuşlar. Tabutu . da dağın en yüksek yerine koymuşlar.

Bu arada anne kız ise satın aldıkları gülleri bir cam vazoya ıslatmışlar. Bileziği de bu cam vazonun içine güllerle aynı yere koymuşlar. Ama ne tesadüf ki oğlan bileziği görünce tanımış ve ana kıza olup biten her şeyi anlattırmış. Daha sonra yaşlı adamın evine gitmiş. Onlara . genç kızın nerede olduğunu sormuş,onlar oğlanı alıp kıza götürmüşler, Oğlan bileziği sevdiğinin koluna takıp ona yeniden can vermiş.

O günden sonra birbirlerinden hiç ayrılmamışlar. Anne kıza gelince yaptıklarının cezasını çok kötü ödemişler. Kız ülkesinde yürüdükçe ayağının altında yemyeşil bereketli otlar büyümüş. Ülke mutlu olmuş. Onlar ermiş muradına biz . çıkalım kerevetine. Ağaçtan üç elma düşmüş,biri bana ikisi size.







google_protectAndRun("ads_core.google_render_ad", google_handleError, google_render_ad);
krzmtk_can
krzmtk_can
Forumun PoLisi
Forumun PoLisi

Erkek
Kayıt tarihi : 10/08/09
Mesaj Sayısı : 220
Lakap : cıx
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Parano10

http://www.yok.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından krzmtk_can Çarş. Ağus. 12, 2009 10:45 am

Marifetli Çocuk
Üç kadın ellerinde sepetleriyle pazardan dönüyorlardı. Dinlenmek için yolun kenarındaki kanepeye oturdular. Çocukları hakkında sohbet etmeye başladılar.

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

İkinci kadın; Bülbül sesli oğlunun şarkılarına herkesin bayıldığını anlattı.

Üçüncü kadın onları dinlemekle yetindi. Niçin konuşmadığını sorduklarında:

- Benimkinin anlatılacak bir marifeti yok, dedi.

Bu konuşmalara kulak misafiri olan bir ihtiyar, kadınların peşinden yürüdü.

Sokağın başında kadınlar sepetlerini yere bırakıp yorulan kollarını, ağrıyan bellerini ovuşturmaya başladılar. Onları gören çocukları koşarak geldiler.

Birinci kadının oğlu perendeler atarak ellerinin üzerinde yürüyordu. İkinci kadının . oğlu bir taşın üzerine oturup annesinin sevdiği şarkılardan birini söylemeye başladı. Diğer kadınlar onu coşkuyla alkışladılar.

Üçüncü kadının oğlu ise;

- Sana yardım edeyim anneciğim, diyerek sepetin kulpuna yapıştı. Kadınlar oradan geçmekte olan yaşlı adama, çocuklarının marifetini nasıl bulduğunu sordular.

- Ben marifetli bir çocuk . gördüm, dedi ihtiyar. 0 da annesine yardıma koşan şu çocuk, 0, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin şu hadis-i şerifine uygun davrandı:

krzmtk_can
krzmtk_can
Forumun PoLisi
Forumun PoLisi

Erkek
Kayıt tarihi : 10/08/09
Mesaj Sayısı : 220
Lakap : cıx
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Parano10

http://www.yok.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından krzmtk_can Çarş. Ağus. 12, 2009 10:46 am

Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler
Bir varmış, biryokmuş… Evvel zaman içinde , kalbur saman içinde, uzaklarda bir ülke varmış. Mevsimlerden kışmış, her yer karla kaplıymış. Kraliçe, sarayının pencerelerinden birinin arkasında bir yandan nakış işliyor, bir yandan da hayal kuruyormuş. Derken birden parmağına iğne batmış ve gergefin üstüne üç damla kan akmış. Kraliçe hayallere dalmış,kan damlalarına . . bakınca; “Çocuğum kız olursa, teni kar gibi ak, yanakları elma gibi al, saçları da kömür gibi kapkara olsun,” diye geçirmiş içinden. Bu olaydan kısa bir süre sonra bir kız çocuğu getirmiş dünyaya. Kızı tıpkı içinden geçirdiği gibi bir kızmış.Kar gibi beyaz bir teni , elma gibi kırmızı yanakları, kömür gibi simsiyah saçları varmış.Ona Pamuk Prenses adını vermişler. Ne yazık ki kraliçe doğumdan birkaç saat sonra ölmüş.


Kral günün birinde yeniden evlenmiş. Yeni Kraliçe çok güzel bir kadınmış. Güzelliğine güzelmiş, ama bir o kadar da kibirliymiş, kendisinden daha güzel birinin olabileceğini düşüncesine bile tahammül edemezmiş. Odasında sihirli bir aynası varmış. Her gün o aynanın karşısına geçer, saatlerce kendisini seyreder ve sonunda,
“Ayna, ayna söyle bana
En güzel kim bu dünyada,”
Diye sorarmış. Ayna da hiç duralamadan, “Sizsiniz Kraliçem,” dermiş.
Fakat, Pamuk Prenses on dört yaşına geldiğinde, bir gün ayna şöyle demiş:
Güzelsiniz Kraliçem, güzel olmasına, Ama Pamuk Prenses . sizden daha güzel.”
Kraliçe bunu duyunca çok kızmış, öfkesinden ne uyku girmiş gözüne, ne de bir lokma yemek yiyebilmiş. Hemen sarayın avcısını çağırmış yanına.

- “Pamuk Prenses’i ormana götür ve orada öldür. Öldürdüğüne kanıt olarak da kalbiyle ciğerini sök, bana getir.” Diyerek bir kahkaha atmış Avcı ne diyeceğini bilememeiş. . Pamuk prensesi öldürmek ona pek akıllıca gelmemiş. Böyle bir şeyi nasıl yapabilirim ki diye düşünmüş durmuş. Ama kraliçenin emrinide yerine getirmek zorundaymış.Pamuk Prenses’i ormana götürmüş, bıçağını çekmiş. Fakat Pamuk Prenses’in ağladığını görünce onu öldürmeye kıyamamış. Pamuk Prenses ağaçların arasına dalıp gözden kaybolurken, avcı
bir hayvan avlamış, kalbiyle ciğerini söküp Kraliçe’ye götürmüş. Böylece yalanı ortaya çıkmayacakmış.
Akşam olup hava kararınca dağların ardında küçük bir eve gelmiş. Kapısını çalmış, açan olmamış. Cesaretini toplayıp içeri girmiş.
İçeride üzeri yenmeye hazır yiyeceklerle dolu yedi küçük tabağın bulunduğu yedi küçük sandalyeli uzun bir masa varmış, duvar dibinde de yedi yatak diziliymiş. Beklemiş, beklemiş, ama kimsecikler gelmemiş. Çok aç ve çok yorgun olduğu için daha fazla bekleyememiş ve her tabaktan bir kaşık yemek almış, yedi yataktan yedincisine yatıp uykuya dalmış.
Biraz sonra evin sahipleri eve dönmüşler. Dağların derinliklerinde bulunan bir gümüş madeninde çalışan yedi cücelermiş bunlar. Pamuk Prenses’i görünce, “Ne kadar güzel bir . kız!” demişler. Sabah olup uyandığında Pamuk Prenses cüceleri görünce önce çok korkmuş, ama kısa bir süre sonra onlardan bir kötülük gelmeyeceğini, onların çok iyi insanlar olduklarını anlamış. Yedi cüceler Pamuk Prenses’ten evlerini çekip çevirmesini istemişler, o da hemen kabul etmiş.
“Hoşça kal,” demişler yedi cüceler . işe giderlerken.“Kapıyı kimseye açma. Eğer üvey annen burada olduğunu öğrenirse seni tekrar öldürmeye kalkar sonra.”Pamuk prensesi o kadar çok sevmişler ki.

Kraliçe bir gün aynasının karşısına geçmiş ve “Ayna ayna güzel ayna var mı benden daha güzeli buralarda? Diye sormuş.

“Güzelsin Kraliçem, buraların en güzeli sensin
Ama ne var ki, yüksek dağların ardında
Cücelerin küçük, şirin evindeki
Pamuk Prenses dünyalar güzeli.”


Kraliçe o kadar sinirlenmiş ki, ne yapacağını şaşırmış, hemen bir sepet dolusu kırmızı elmayı almış ve pamuk prensesin bulunduğu eve gelmiş. Pamuk prensesin kapısını çalıp ona kırmızı elmalarından ikram etmiş, bu kırmızı ve zehirli elma . pamuk prensesin boğazına takılmış . kalmış ve pamuk prenses oracığa yığılıp kalmış.
Kraliçe koşa koşa saraya gitmiş. Erkesi gün aynaya kimin en güzel olduğunu sorduğunda ayna, “Sizsiniz Kraliçem,” deyince dünyalar onun olmuş.

Cüceler kulübeye geldiklerinde Pamuk prensesin yerde yatan halini görmüşler ve hiçbiri onu uyandıramamış. Birkaç gün geçmiş, başında ağlayıp durmuşlar. Onu gömmeye kıyamamışlar
ve camdan bir tabut içine koymuşlar, tabutu da yüksek bir tepenin en tepesine yerleştirmişler.
Günlerden bir gün cüceleri ziyarete gelen bir Prens oradan geçerken camdan tabutun içinde Pamuk Prenses’i görmüş ve hemen ona âşık olmuş.
“Onu sarayıma götürmeme izin verin,” diye yalvarmış Prens.
Yedi cüceler ona acımışlar ve izin vermişler. Prens’in uşakları tabutu kaldırırken Pamuk Prenses’in boğazına takılmış olan zehirli elma parçası pat düşmüş ağzından.

Pamuk prenses ve prens kırk gün kırk gece düğün yapmışlar. O günden sonra kötü kalpli kraliçeden uzak bir ülkede yaşamışlar. Yedi cüceler pamuk prensesi özledikleri zaman onu ziyarete gitmişler ve pamuk prenses sonsuza kadar mutlu yaşamış.
krzmtk_can
krzmtk_can
Forumun PoLisi
Forumun PoLisi

Erkek
Kayıt tarihi : 10/08/09
Mesaj Sayısı : 220
Lakap : cıx
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Parano10

http://www.yok.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından krzmtk_can Çarş. Ağus. 12, 2009 10:52 am

Sokak çocukları

BİZİM ÇOCUKLARIMIZ

Bir gün taksim den Nişantaşı’na kadar yürümeye,
Karar verdim Nişantaşı’na varmıştım,
Baya yorulduğumu hissettim
Nişantaşı parkında biraz oturup dinlenmeye,
Karar verdim genç bir çocuk dikkatimi çekti,

Bali tinercilere benzemiyordu temiz bir yüzü vardı
Üstü başı perişan haldeydi,
Onunla konuşup belki yardımcı olurum diye,
Düşündüm belki evinden kaçmıştır,
Yanına yaklaşıp selam verdim,
O hiç bir cevap vermiyordu,

Biraz zaman geçince herhalde zararsız olduğuma,
Karar verdi yanıma yaklaşarak,
Benden sigara istedi bende ona yaşını sordum,
16 dedi tabi inanmadım on iki yaşında,
Görülüyordu sigaranın zararlarını anlatmaya,
Başladım-

Beni dinler gibi görünse de dinlemiyordu beni,
Aç mısın diye sordum aç değilim,
Bana bir sigara ver yeter diyordu,
Annen babam nerde diye sordum,
Konuşacakların bittimi deyip uzaklaşıyordu,
Tekrar yanıma çağırdım bir sigara verdim,

Öyle bir içişi vardı sanki yılardır içiyormuş gibi,
Sigaranın dumanını üst üste içine çekiyordu,
Ne yapacağımı düşünürken-
Aklıma anne ve baba için yazdığım şiirlerim geldi,
Ben okurken,
Buruk, buruk gülümsüyordu bana

Elini cebine,
Uzatıp yırdık bir kâğıt çıkartıp,
Bana uzatıp kendi yazdığı şiiri verdi,
Onu sizlerle paylaşmak isterim şöyle yazıyordu-
Hatırlamam çocukluğumdan beri,
Ne anne ne baba sevgisini,

Tatmadım gerçek sevgiyi,
Hani derler ya ah bir çocuk olsaydım,
Ben diyorum . şu dünyaya gelmez olaydım,
Bazen görüyorum yavrusuna sarılan anneleri.
Hayatımda tatmadım gerçek sevgiyi,

Çocukluğum da kaldı hüznüm nefretim,
Çocukluğumda kaldı ağlamak hatırlamam gülmeyi,
Alıştım betonlarda arkadaşlarıma sarılıp yatmaya,
İstemez miydim anneme sarılıp,
Gerçek sevgiyi onda bulmak istemez miydim?

Babamla arkadaş babamla gururlanmayı,
Sokak çocuğu derler bana,
Annen baban var mı diye sorarlarsa,
Bilmem ben doğarken unutmuşlar-
Ben diyorum ki unutmayın evlatlarınızı,
Onlar bizim evladımız yarınlarımız,

Hayat dediğin karanlık bir zindan içi de bir dışı da,
O zindanı aydınlatan bir ışık var,
Senide yakar banide evlat açısı düşmesin yüreğine,
Öyle insanlar var ki muhtaç onun bir sıcak nefesine
Öyle zalimler var ki ALLAH düşürmesin eline,


Kim olursa olsun hor görmeden,
Sahip çıkalım ayrım yapmadan hepsine,
Onlar hepimizin evlatları,
Bırakmayalım insafsızların eline…
krzmtk_can
krzmtk_can
Forumun PoLisi
Forumun PoLisi

Erkek
Kayıt tarihi : 10/08/09
Mesaj Sayısı : 220
Lakap : cıx
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Parano10

http://www.yok.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sabit:HİKAYELER Empty Geri: Sabit:HİKAYELER

Mesaj tarafından krzmtk_can Çarş. Ağus. 12, 2009 10:53 am

Bilim adamları Leonardo da Vinci in ünlü Mona Liza ın yüzündeki gülümsemesini çözümledi. Milyonlarca insanı büyüleyen yüzde meğer ne anlamlar varmış...

Leonardo da Vinci in ünlü Mona Lizasının gülümsemesi \çözümlendi\. Bilim adamları, gülücüğün yüzde 83 oranında mutluluk, yüzde 9 küçümseme içerdiği sonucuna vardı.

Amsterdam üniversitesi uzmanları, 500 yıldır sırrını koruyan Mona Lizayı duyguları, analiz edebilen bir bilgisayar yazılımıyla inceledi.

New Scientist dergisinin haberine göre, yazılımda kullanılan algoritma, Mona Liza ın yüzündeki ifadede yüzde 6 korku, yüzde 2 de öfke tespit etti.

Yazılım; dudak kıvrımı, göz kenarındaki kırışıklıklar gibi ana yüz hatlarını insandaki temel 6 duyguyla harmanla¤¤¤¤¤ sonuç üretiyor
krzmtk_can
krzmtk_can
Forumun PoLisi
Forumun PoLisi

Erkek
Kayıt tarihi : 10/08/09
Mesaj Sayısı : 220
Lakap : cıx
Ruh Hali : Sabit:HİKAYELER Parano10

http://www.yok.eniyiforum.net

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

1 sayfadaki 2 sayfası 1, 2  Sonraki

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz